30 Mart 2010 Salı

içten sesler gurusu

kafamı ikiye bölmeyi çok severim ben. kullanışlı oluyor çoğu zaman. 'o ne demek lan' demeyin hemen. mesela bir gün önce çok keyifli birşey yaşamış olayım farzedelim. iki günlük gülümseme etkisine sahip bir mevzu olsun yaşadığım şey. ertesi günü de berbat birşey gelsin başıma. şimdi, o durumda güdücüğümün ortadan kaybolması gerekir. aslında beni mutlu eden şeyi ölçebilecek bir ölçü birimi olsa; mesela ona gudik diyelim. bir gün evvelki mutluluğum 3 gudik birim olsun. ertesi günkü mutsuzluğum da -2 gudik birim olsun. normalde total olarak yüzümde bir gülümseme olması gerekiyor lakin negatif gudiklikte yaşamış olduğum şey sonradan başıma geldiği için analitik gudiklik eğrim boynunu eğiyor ve güdücüğüm ortadan kayboluyor. güdücük burda l harfinin ameliyatla cinsiyet değiştirmesi ve d haline gelmesine değil, gülmek için gereken kas kontağını çalıştırmaya yarayan güdülerimi işaret ediyor. yada ben öyle sanıyorum, fark etmez.

kafayı ikiye bölmek diye, adeta orta çağdan dikey geçişle gelmiş bir giyotine benzeyen anlatım şeklimin, bu tür durumlardaki görevi, mutsuzluğu bastırıp mutluluğa olması gerektiği kadar yer açması durumu. aslında bu bölme işlemi objektif çalışıyor diyebilirim. şöyle ki: gudik birimi ile değerlendirilebilecek ilk yaşadığım şey negatifse de sonradan gelen pozitif duyguları bir kenara atıp her ne yaşadıysam onu gerektiği kadar hissetmem için zaman sağlıyor. yani tv de süper bir program izlerken reklam arasında kanal değiştirip cinnet geçiren babanın durumuna üzülmüyorum. önce seviniyor sonra güdücüğüm bitince üzülmeye başlıyorum. bir nevi tivo işte. bence herkes kendisinin tivosudur. yada değildir, gibi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder